M. Onur ÇUVALCI / 13.10.2017
Buenos Aires geniş ve uzun caddeleri ile ünlü planlı bir şehir. Öyle ki 9 Temmuz Bulvarı dünyanın en geniş ve Rivadavia Caddesi en uzun caddesi olma özelliğini başka hiçbir caddeye kaptırmıyor. Ancak Buenos Aires’te ölçüleri itibariyle hiçbir rekor kitabına giremeyecek bir yer var. Kelime anlamı “yolcuk” olan Caminito, 9 Temmuz veya Rivadavia ile aşık atamaz ama hem tarihi hem de renkleri ile Buenos Aires’in en çok ziyaret edilen noktası.
1800lü yılların sonlarına doğru Buenos Aires büyük bir göç alıyor ve 1900lerin başlarına kadar altı milyon göçmene ev sahipliği yapıyor. Göçmenlerin yarısından çoğu İtalya’nın liman kenti Cenova’dan geliyorlar. Cenovalı göçmenler liman kent hayatına alışkın olduklarından olsa gerek Buenos Aires’e ayak bastıkları yer olan Riachuelo Nehri’nin ağzında yer alan ve “Ağız” anlamına gelen La Boca’ya yerleşiyorlar.
La Boca’ya kimliklerini veren Cenovalılar limanda çalışıp evlerini yine limanda artan boyalarla boyuyorlar. 20. yüzyıla girilen bu dönüm noktasında Buenos Aires o kadar göç almış ki konut ve malzeme kıtlığından ne varsa kullanılıyor. Dolayısıyla değerlendirdikleri artık malzemeler yalnızca limanlardaki boyalar değil, akla gelebilecek diğer her türlü geri dönüşüm malzemesi. Bu geri dönüşüm malzemelerinden conventillo adı verilen toplu yaşam alanları oluşturuluyor. Bir avluya açılan bu geniş konutların birçok küçük odası bulunuyor. Her odasında bir ailenin yaşadığı han görünümünde yapılar… Bu evler eski gemilerin parçalanması ile elde edilen tahtalarla ve cepheleri yine limandan ve eski gemilerden elde edilen ince saclarla örtülüyor. Cenovalılar gelenekleri ile bu cephelerde açtıkları pencere açıklıkları, kapılar ve sacları parlak boyalar ile renklendiriyor. Caminito’da bugün gördüğümüz renkler işte o günleri temsil ediyor.
Caminito’nun hikayesi La Boca’nın geneline yayılan renkli conventilloların hikayesinden biraz farklı. 1800lü yıllarda Riachuelo’nun bir yan kolunun aktığı bir dere yatağı üzerinde insanların iki yakasına geçiş yapmasına izin veren bir köprüye ev sahipliği yapıyor. 1900lü yılların başında ise dere kurutuluyor ve aynı yerden bir tren yolu geçiyor. 1950lere gelmeden tren yolu sökülüyor ve Caminito boş bırakılıyor. Aynı dönemde La Boca’daki conventillolar yıkılıp yerlerine apartman blokları inşa ediliyor. Cenovalı bir göçmen aileye evlatlık verilen yetim Benito Quinquela Martin adındaki ressam ona barınak olan, kimliğini oluşturan La Boca’nın öylece hafızalardan silinip gitmesine izin vermez. Bunun üzerine La Boca’ya eski ruhunu kazandırmak için liman bölgesini yeniden renklendirmeye başlıyor ve sanatçı dostlarıyla Caminito’yu yaratıyorlar. Yıkılan conventilloların malzemelerini kullanarak Caminito’da onları yeniden kurarak Buenos Aires’i döneminin parlayan kenti yapan o büyük göç dalgasının en somut dışavurumu olan bu liman bölgesinde eski günleri bir yaşayan sokak müzesi aracılığı ile ziyaretçilerin hafızasına kazıyor.
Zamanla Caminito’nun conventilloları pek çok sanatçıya, tangoya, galeriye, sergiye, kültür sanat festivallerine ev sahipliği yapmaya başlıyor. Dolayısıyla bize kadar ulaşıyor…
Buenos Aires’i ziyaretimde uzunluğu belki de 100 m’yi ancak bulan Caminito’da kalabalığın vermiş olduğu baş dönmesiyle dalgınca gezinirken arkamdan hala yadırgadığım Arjantin aksanıyla bir ses “Ankara’dan mısın?” diye haykırdı. Genelde bu gibi seslenmelere kulak kabartmam ama Ankara kelimesini dünyanın bu öbür ucunda duyduğumda şaşkınca arkama döndüm ve Caminito’nun bir ressamının hafif bir gülümsemeyle bana yeniden seslendiğini gördüm. Şaşkınlıkla “Evet Ankara’danım ama nasıl bilebilirsiniz ki dedim?” Sadece bir tahmin olduğunu söyledi. Guillermo Alio’nun hayat dolu gülümsemesini hiç unutmuyorum. 60lı yaşlarında bir ressam ve bilmem söylemeye gerek var mı tangocu. Bana sanatından bahsetmeye başladı. Tango’yu nasıl resmettiğini, Caminito’yu anlattı ve La Boca’da yaşamı. Ayrıca Ankara’yı nereden bildiğini de… Birkaç yıl önce Ahmet Kanneci La Boca’da gerçekleştirilen Uluslar arası Gitar Festivali’ne katılmış. O festivalde Guillermo ile dost olmuşlar. Benim de Kanneci ile aynı şehirden olabileceğimi düşünmüş. O yüzden Ankara’dan mıyım diye sormuş. Kendisine çok selam iletmemi istedi ve tango resimlerinden birini hediye etti.
Kanneci’ye selamımı tüm gitar severlerle, tangocularla, gezginlerle, Ankaralılarla, köprülerin peşindeki bizim insanlarımızla paylaşıyorum…
Belki Bizimada’nın kurduğu bu küçük köprü zamanla yerini renkli ve kalabalık bir yola bırakır…
Sevgiyle,